Ata’ b. Meysire :
Tâbiîn devrinin tanınmış,
hadîs ve tefsîr âlimlerinden. Ebû Eyyüb, Ebû Osman, Ebû Muhammed, Ebû Sâlih
Belhî künyeleri vardır. 50 (m. 670) senesinde doğup, 135 (m. 752) târihinde
Eriha’da vefât etti. İbn-i Abbas, Adiy bin Adiy el-Kindi, Mugîre bin Şu'be, Ebû
Hureyre, Ebüdderdâ, Enes bin Mâlik, Ka’b bin Ucre, Muaz bin Cebel ve daha başka
sahabeden (r.anhüm) hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ondan da, Şu’be, Ebû
Abdurrahman, İshâk bin Useyd el-Horasânî, Dâvûd bin Ebî Hind, Evzâî, Mâlik bin
Enes gibi büyük âlimler (r.aleyhim) hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuşlardır.
İbn-i Muin, İbn-i Ebî Hatim, Nesâî
ve Dârekutni, onun hadîs
ilminde sika (güvenilir, sağlam) bir âlim olduğunu söylemişlerdir. Ata bin Ebî
Müslim’in rivâyet
silsilesinde yer aldığı hadîs-i şerîfler, Sahih-i Müslim, Sünen-i Ebî Dâvûd,
Sünen-i Tirmizî, Sünen-i Nesâî ve Sünen-i İbni Mâce’de mevcuttur. İlmi ile amel
eden mübârek bir zâttır.
Rivâyet ettiği hadîs-i
şerîfler Ebû Hureyre’den (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu: “Şu
dört kişinin sevgisi mü’min bir kalbde bulunur. Bunlar: “Ebû Bekir, Ömer,
Osman, Ali (r.anhüm ecmâin)’dir.”
Ebû İdrîs Havlânî’den
(r.a.) rivâyet etti. O dedi ki: Bir gün Hıms mescidine girdim. Orada bir
topluluk halka halinde oturuyorlardı. Ben de aralarına oturdum. Resûlullah’dan
(s.a.v.) bahsediyorlardı. Fakat aralarında bir genç vardı. O, konuşmaya
başlayınca orada bulunanların hepsi sustu. Ben ona “Allahü teâlâ sana merhamet
eylesin. Ne olur, bana bir şeyler anlat. Vallahi ben seni seviyorum” dedim.
Bunun üzerine: “Resûlullah efendimizden (s.a.v.) duydum. Buyurdular ki: “Allahü
teâlâ için birbirini sevenler,
arşın gölgesinden başka bir
gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde, Allahü teâlâ onları arşının gölgesinde
gölgelendirecektir.”
Hasen-i Basrî’den (r.a.)
rivâyet etti. Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdu: “Komşular üç kısımdır.
Birinin bir hakkı vardır. Bu (hakkı ren az olan komşudur) ikincisinin iki hakkı
vardır. Üçüncüsünün üç hakkı vardır. En fazla hakkı olan budur. Bir hakkı olan
müşrik komşudur. Akraba da değildir. Bunun sadece, komşuluk hakkı vardır. İki
hakkı olan, müslüman komşudur. Akrabalığı da yoktur. Haklarından birisi,
müslümanın, müslümana olan hakkı, diğeri komşuluk hakkıdır. Üç hakkı olan,
müslüman komşudur ki, aynı zamanda, akrabalığı da vardır. Haklarından biri,
müslümanın, müslüman üzerinde olan hakkı, komşuluk hakkı, diğeri, akrabalık
hakkıdır. Komşuluk hakkının en aşağısı, et ve benzeri yiyeceklerden çıkan koku
ile komşuya eziyet vermemektir. Ancak tencerede pişenden bir miktar verilirse,
eziyet edilmemiş olur.”
Yahyâ bin Ya’mer’den
rivâyet etti. İbn-i Ömer buyurdu ki, Resûlullah’ın (s.a.v.) huzur-ı
se’âdetlerine, Cebrâil
(a.s.) gelip, “İhsan nedir?” diye sorunca, Peygamber efendimiz, “Allahü
teâlâya, sanki O’nu görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Sen O’nu görmüyorsan
da, O seni görüyor. Sen böyle yapınca, ihsan yapmış olursun” buyurdular.
Ata bin Ebî Rebâh’dan
rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) efendimizden duydum. Buyurdular ki:
“Üç göze Cehennem harâmdır.
Allah korkusundan ağlayan, harâmlara bakmayan, Allah yolunda uyumayan gözler”
buyurdular.
“Başkalarının gıybet
etmesinden üzülmeyin. Çünkü gıybet eden farkında olmadan size iyilik etmiş
olur.” (Gıybet edenin sevabları gıybet edilene verilir.)
Ebî İmrân el-Cüvenî’den
rivâyet etti. O, Hz. Âişe’nin şöyle bildirdiğini söyledi: “Resûlullah (s.a.v.)
şu dört ameli çok severdi, ikisi, bedene aittir. Bunlar, namaz ile oruçtur.
Diğer iki tanesi, mala aittir. Bunlar Cihâd ile sadakadır.”
Sözleri ve menkıbeleri:
Abdurrahman bin Yezîd bin Câbir şöyle anlatır: Atâ-i Horasanî ile beraber
gazaya gitmiştik. Gecelerini, namazla geçirirdi. Gecenin üçte biri veya yarısı
geçince, bize isimlerimizle seslenir, “Kalkınız, abdest alınız, namaz kılınız.
Çünkü geceleri ibâdet ve gündüzleri oruçla geçirmek, Cehennemden irinler içip,
çeşitli azaplara yakalanmaktan daha kolaydır” der, sonra, namaz kılmaya
başlardı.
Atâ-i Horasanî hazretleri,
sehere kadar ibadet eder, sadece seher vaktinde uyurdu. Buyurdular ki;
“Dünyaya çok düşkün
olduğunuzu görüyorum. Size âhireti tavsiye ederim. Dünya işleriyle uğraşırken
âhiretinizi unutmayınız. Bir kimsenin dünyâda makam sahibi olması, mal ve mülk
sahibi olması, herkesin yanında sözü geçer olması, ahirette Cehenneme
düşmesine, ateşte yanmasına mâni olamaz. Orada hüküm Allahü teâlânındır.
Dilerse azâb eder, dilerse Cennetine koyar. Onun için bu dünyâda Allahü
teâlâ’nın rızasını kazanmaya, şu imtihan yurdunda, îmân edip, sâlih ameller
yapan, iyiliği emredip, kötülükten alıkoyan, bu uğurda gelen sıkıntılara
katlananlardan olmaya çalışmak lâzımdır.”
“Günah işlendiği zaman,
Allahümmağfirli (Allahım! Beni bağışla) denmeli. Böyle yapmak, Allahü teâlâya
teslimiyet ve boyun eğmenin ifadesidir.”
“Yine, insanlık icâbı
yapılan günahlardan sonra, “Lâ ilâle illallâhü vahdehü lâ şerike leh. Allahü
ekber kebîran ve’l-hamdü lillâhi Rabb-il-âlemîn ve sübhânallâhi ve bihamdihî
velâ havle velâ kuvvete illâ billah ve estağfirullahe ve etûbu ileyh”
denmelidir. Bununla, Allahü teâlâ’dan afv ve mağfiret umulur. Hem sonra yapılan
iyilikler, işlenen kötülükleri yok eder.
“Sonunda dünyâdan
ayrılacağınız için kendinizi ondan ayrılmış kabul ediniz. Birgün mutlaka
tadacağınız için ölümü tadmış gibi olunuz. Birgün âhıret âlemine göçüp, oraya
yerleşeceksiniz. O halde şimdi kendinizi oraya gidip yerleşmiş gibi tasavvur
ediniz. Zaten bütün
insanların varacağı son durak burasıdır. Her insan bir yolculuğa çıkacağı zaman
mutlaka bir hazırlık yapar. Yolculukta lüzumlu olan eşyalarını yanına alır.
Sıcağa karşı korunmak için, gölgeliğini, yemek içmek için, azığını, soğuğa
karşı elbiselerini ve yorganını temin eder, öyle yola çıkar. Sefere
hazırlıklarını yaparak çıkan kimseye gıpta edilir. Hazırlıksız yola çıkan
pişman olur. Çünkü, yola
çıkıp, güneş altında
kalınca, gölgelenecek bir şey bulamaz. Güneşin sıcağı altında çok sıkıntılarla
karşılaşır.
Susadığı zaman, susuzluğunu
gidereceği bir su bulamaz. Soğukla karşılaştığında üzerine alacak bir şey
bulamaz, işte böyle bir kimsenin, o sıkıntılı halde iken, hazırlıksız yola
çıktığına ne kadar çok pişman olacağını siz düşünün. Bu sıkıntı dünyâdadır.
Dünyanın sıkıntısı geçicidir. İnsan bir gün sıkıntı ile karşılaşır. Öbür gün, o
sıkıntıdan kurtulabilir. Fakat ahiretin ya devamlı olan dayanılmaz acı ve
ızdırablarına yakalanırsak, halimiz ne olur? Bu bakımdan insanların en
akıllısı, sonsuzluk âlemi, gerçek vatan olan, âhıret için iyi hazırlanandır.
Dehşeti tüyler ürperten kıyâmet gününde, Allahü teâlâ kimi arşının
gölgesi altında
gölgelendirirse o kimseyi, o gün güneşin sıcaklığı asla rahatsız etmez. Oradaki
sıkıntılardan kurtulur.”
“Zikr meclisleri, Allahü
teâlânın helâl ve harâm kıldığı şeylerden bahsedilen yerlerdir.”
“Büyüklerimizden birisi
hata ve noksanlarını avucunun içine yazar, avucuna bakıp, hata ve noksanlarını
görüp hatırlayınca, eli titrerdi.”
“Kişi, hesabının mükemmel
bir şekilde olabilmesi için, tanıdıklarının yanında hesaba çekilir.”
“Bir kimse herhangi bir
yerde Allahü teâlâya ibâdet ve tâatte bulunursa, o kimse öldüğü zaman o yer
onun için ağlar ve kıyâmet gününde, ona kendi üzerinde ibâdet ve tâatte
bulunduğuna dair şahidlik eder.”
“Şu üç husus, gerçek
kardeşliğin icâblarındandır: Birincisi, hasta oldukları zaman, birbirini
ziyâret etmek. Sıkışıp, daraldıkları zaman birbirine yardımcı olmak. Bir şeyi
unuttukları zaman birbirlerine hatırlatmak.”
“Bir mil uzakta da olsa,
hasta bir kardeşini ziyâret et. İki mil uzakta da olsa, git, iki kardeşinin
arasını bul, onları barıştır. Üç mil uzakta bile olsa, yürü, Allahü teâlânın
rızâsı için birbirinizi sevdiğiniz bir kardeşini ziyâret et”
“Cehennemin yedi kapısı
vardır. Bunlardan en pis kokan, ateşi en şiddetli olan, harâm olduğunu
bildikten sonra zina yapanlara ait olandır. “
“En güvendiğim amelim
olarak ilim öğretmemi, Allahü teâlâ’nın emirlerini ve yasaklarını insanlara
anlatmamı görüyorum.”
“Şeytanın insanların gözüne
sürdüğü bir sürmesi vardır. Bu sürme, insanlar, Allahü teâlâyı anacağı zaman
gelen uykudur.”
“Faiz yinince, zelzele ve
yere batma hadîseleri; insanların başında bulunanlar zulüm ettikleri zaman,
kıtlık; zinalar ortaya çıkınca, ölümler çoğalır.”
Kaynaklar:
------------------
1) El-A’lâm, cild-4, sh-235
2) Mu’cem-ül-müellifîn,
cild-6, sh-283
3) Şezerât-üz-zeheb,
cild-1, sh-192
4) Tehzîb-üt-tehzîb,
cild-7, sh-212
5) Tabakât-ül-müfessirîn,
(Dâvûdî) cild-1, sh-379
6) Hilyet-ül-evliyâ, cild-5,
sh-193